Kalp krizi her ne kadar 40 yaş üstü insanlarda daha sık görülse de genç erkek ve kadınlarda da gelişebilir. Daha ileri yaştaki insanlarda olduğu gibi genç kalp krizlerinin de % 80’ninden altta yatan kalp damar tıkanıklığı sorumludur. Diğer durumlarda aterosklerotik olmayan kalp damar hastalıkları sorumludur ( doğumsal kalp damar anormallikleri,miyokard köprüsü,spontan koroner arter disseksiyonu ( yırtılması ),damar iltihaplanmaları ( vaskülitler ),kanın pıhtılaşma eğilimi,vazospazm veya ilaç kullanımı gibi.
Genç yaşlarda kalp krizi sıklığı bilinemiyor
Gençler arasında görülen kalp krizi sıklığı olayın sessiz seyretmesi nedeniyle net olarak bilinemektedir. 760 kişide ( yaş 15-34 )yapılan otopsi sonuçlarının verilerine göre ileri koroner arter hastalığı 15-19 yaş arasındaki kişilerde erkeklerin % 2 ‘de,kadınların hiç birinde görülmemiştir. 30-34 yaş arası erkeklerin % 20,kadınların da % 8’de izlenmiştir.
Genç yaşlarda kalp krizi sıklığı ile ilgili de sınırlı bilgi bulunmaktadır. Framingham Kalp Çalışmasında 30-44 yaş arası erkeklerde kalp krizi sıklığı 1000 kişide 12 ve 35-44 yaş arası kadınlarda 1000 kişide 5 olarak saptandı. Diğer çalışmalarda 40- 45 yaş altı kişilerde kalp krizi sıklığı % 4-10 arasında saptanmıştır.
Kalp damar hastalıkları sıklığı genç yaş grubunda nadir görülse de kişi ve aile için yıkıcı sonuçları doğurabilir,ek olarak bu kişilerin daha aktif yaşam tarzı nedeniyle önemli bir sorun teşkil etmektedir.
Kalp krizinin nedeni yüzde 80 sigara
Gençlerde kalp krizi sıklığı ve risk faktörleri ile ilgili yapılan bir çalışmada hastaların % 96 ‘sının erkek,% 6’sının kadın olduğu saptandı.
Hastaların kalp damar hastalığı için risk faktörleri;sigara içimi ( % 80 ),kolesterol yüksekliği ( % 40 ),hipertansiyon ( % 28 ) ve diabet ( % 4 ) olarak saptandı. Diğer bir çalışmada da gençlerdeki kalp krizinin en sık risk faktörleri olarak sigara içimi ve ailede kalp damar hastalığı öyküsü yani genetik alt yapı olarak saptanmıştır. Bu durumda genç yaşlarda kalp krizi riskini azaltmak için sigaranın bırakılması ve genetik faktörlerin saptanmasına yönelik çalışmalarda bulunmak gerektiği açıktır.
Dr. Nalan Karadağ